11 Mart 2023 Cumartesi

Deprem Ve Sarılma Fobisi

11 Mart 2023 Cumartesi

 SARILMA FOBİSİ

“Anne, baba, ablalarım; haydi gelin sarılalım” dedi ve küçücük kollarına dört bedeni sığdırdı koca kalbiyle. Annesi çok geçmeden sıyrılıp çıktı o kolların içinden. Bir kenarda durdu ve kendi kendine konuşmaya başladı içinden. ‘Neydi beni o mis kokulu sıcacık aile çemberinden dışarı kaçmaya zorlayan duygu?’ Kızımla göz göze geldik sonra. Hiç konuşmadı ama gözleri ne oldu, neden sıyrılıp gittin kardeşimin kollarından dercesine hesap soruyor gibiydi. Ben de gözlerimle cevap verdim: Korkuyorum!

Deprem Sarılma Fobisi Asrın Felaketi

Depremden sonraki ilk günlerde sadece gözlerimizle konuşup anlaşabiliyorduk. Ola ki bir şeyler söyleyerek birbirimizi teselli edip avutmaya çalışacaksak eğer, hemen yüzümüz başka yöne çevriliyordu. Çünkü gözler yalan söyleyemezdi. Çünkü biz ‘iyiyim’ derken birbirimize yalan söylüyorduk. İyiyim sözcüğü, bir avutma kalıbı olarak dahi iş görmez, hiçbir şey ifade etmez olmuştu.

Korkuyorum dedim kızıma. Anlamsızca, birdenbire bir sarılma fobisi başlamıştı bende. O anda, koca yürekli küçük oğlumuzun sarılma isteğiyle fark ettiğim sarılma fobisi nasıl oluştu gelin size anlatayım.

5 Şubat 2023. Günlerden Pazar. Kahvaltı için çay koyarken ocağa, kızım yanıma geldi. Durgun, üzgün. “Anne, rüyamda deprem olduğunu gördüm.” Yüz ifadesi Richter ölçeği ile on kuvvetinde sarsılmış gibiydi. “Hayra yor kızım” dedim. “Rüyanda görmeyle illa deprem olacak değil ya. Allah hayra çıkarsın.” Teselli edebildim mi onu, yoksa gün boyu rüyanın etkisinde miydi bilmiyorum. Öğleden sonra, ertesi gün okulların açılma heyecanı sardı hepimizi. “Ali, çantanı hazırla” dedim ben okul kıyafetlerini hazırlarken. “Hava yağmurlu gösteriyor yarın için” dedi kızlarım. “Fakülteye giderken yanınıza şemsiye almayı unutmayın” dedi babaları. “Çok yağmur yağarsa seni okula ben bırakırım” dedi oğlumuza. Sevdiğim diziyi izlerken Pazar akşamında, katıla katıla güldük eğlendik bir de. En sevdiğimdir; ailece sıcacık bir aile komedisi izlemek. “Haydi herkes yatağa. Yarın okul var. Alarmlar kuruldu mu?” “Anne birazdan yatarım.” Gün 6 Şubata bağlanmıştı bile. “Olmaz, herkes yatağa.”

Yatakta dönerken yatağın sallanması kadarlık bir sarsıntı, saliseler içinde yalnızca yatağı değil, duvarları sallamaya başlamıştı bile. Hepimiz bir anda koridorda birbirimize bakışmaya başladık. Kızım hala, bir gece önce gördüğü rüyanın etkisinde olup olmadığına karar veremiyor gibiydi. Ablası ‘Ali’yi alalım kucağımıza’ diyor. Babası ‘ben Ali’yi kucaklarım siz arkamdan gelin diyor. Ben ‘Ali olan biteni hatırlamasın uyandırmayın, zaten şimdi deprem duracak’ diyorum. Ablası korkmasın diye Ali’nin üzerine kapanıp ne yapacağını bilmez şekilde bekliyor. Hayat üçgeni kurmak aklımıza gelmiyor, çünkü duvarlar bizden daha seri şekilde konuşuyor. Çatırtılar, devrilmeler, bizde binadan bir an önce kurtulma isteği uyandırıyor. Ama deprem o kadar şiddetli ki adım atmaya bile izin vermiyor. Duvarlar çatırdayıp, kapılar kendi kendine açılıp kapanırken, çaresizce dua edip, bir de teselli etmeye çalışıyorum hala, ‘sakin olun deprem şimdi bitecek’ diye. Bitmedi.

Bir buçuk dakika kadarlık bir sürede, bir ömre yetecek kadar endişe yaşadık sanırım. Sonunda bitti. Her salisesi ömürden ömür götüren bir buçuk dakikalık deprem durunca ‘aşağıya inelim’ dedi eşim. ‘Nasıl inelim ki, merdiven falan kalmamıştır, yer yerinden oynadı’ dedim. Dışarıdan komşuların sesini duyunca hemen biz de dışarı çıktık. Arka caddede binaların yıkılmış olduğu haberi tez geldi. İnsanlar, arabalarına atlayıp binalardan uzak bir yerlere gitmeye çalıştılar. Yıkıntılar içerisinde kalan koca şehirde trafik kilitlenmiş, sirenler acı acı çalmaya başlamıştı. Bahçede yağmura dayanamayıp arabada beklerken kuvvetli bir deprem bu kez bizi arabada yakalanmış, biz bir de araba içerisinde çaresiz kalmıştık. Deprem, yağmur, sirenler, yıkılma haberleri, enkaza ulaşmaya, can kurtarmaya çalışanlar, didinenler. Kardeşime telefonda “ne oldu bilmiyorum ama tamamız, iyiyiz galiba” diyebildim.

Birkaç saat yağmurdan kaçıp sığındığımız arabada, sessiz sedasız robot gibi oturup bekledik. İnternete girdiğimde depremin boyutunu daha net görebildim. On şehir yerle bir olmuş, deprem neredeyse tüm Türkiye’de ve komşu ülkelerde de hissedilmiş ve çok büyük yitimlere sebep olmuştu. Ara sıra yüzümü kaçırarak çocuklarımı, komşularımın çocuklarını teselli etmeye avutmaya çalıştım. Kendimi bile teskin edemiyordum bu afetin büyüklüğü karşısında.

İnternet üzerinden, belediyelerde sıcak çorba ikramı yapıldığını öğrendim. Gidip çocuklara bir kap çorba içirelim dedim. Eşim ‘yok’ dedi. ‘Biz arabadayız. Yağmurda dışarıda olanlar çorba içsin’ dedi. Çocuklar da onu destekledi.

Kandilli rasathanesinden artçıları takip ettim sürekli. Adana’da artçıların çoğunu hissetmiyorduk. Çocukların aç kalmasına içim elvermedi. Bu kez yüzümü kaçırmayıp gözlerinin içine bakarak ‘gelin eve çıkalım size yemek yedireyim. 98 de Adana’da yine deprem olmuştu. Artçılar ilk deprem kadar kuvvetli olmaz. Hafif sallantı hissedersek hemen aşağıya ineriz’ dedim.

Öğleye doğru eve girdik. Yemeği masaya koydum. ‘Haydi seri bir şekilde yiyin yemeğinizi de aşağıya inelim’ dedim. Elime süpürgeyi aldım. Amacım çocukların duvar kırıntılarına bakıp bakıp hislenmelerinin önüne geçmekti. “Anne deprem oluyor.” “Korkmayın, artçı deprem bu, çok hafif olacak hemen geçecek.”

Ne geçti, ne de hafifledi. Sabahki depremde çatlayan duvarlar, bu kez daha kükrekti sanki. Duvarlarda açılmalar, düşmeler başladı. Salise, önemli bir zaman dilimiymiş; o zaman anladım. Çünkü sabah bir buçuk dakika, öğlen otuz saniye kadar süren depremlerin her bir salisesinde önemli bir an yaşanıyordu. Saliseler bitmek bilmiyordu. Geçip giden saliselerin her birinde hayatta kalma umudumuz azalıyordu. Deprem ne yerimizde durduruyor, ne de yerimizden kımıldatıyordu. Aliyi ortamıza alıp, hepimiz birbirimize sarıldık. Ali tam ortamızda kaldığı için, kırılan duvarları görmüyordu böylece. Öyle sarsılıyorduk ki; birbirimize sarılarak tutunabiliyorduk ancak. Sarılmanın bu kadar acı verebileceği, hiç aklıma gelmezdi oysa. Çünkü son kez birbirimize sarılıyor gibiydik.

Bir son bekliyorduk. Temennimiz elbette ki depremin sonlanmasıydı. Ama sanki yaşam sonlanacak gibiydi. Patlayan duvarları gördüğümüz andaki ‘yıkılıyor’ çığlığımıza deprem, durarak cevap verdi. Evet durdu. Hemen, eve girmiş olmanın suçluluğuyla beraber kaçma isteği belirdi içimizde. Binadan çıkar çıkmaz bir toz bulutu çarptı yüzümüze. Pencereden bakıp daldığım zamanlarda görüş alanıma giren, penceresine güneş vurduğunda parıltısı gözümü alan binanın toz bulutlarıydı bunlar.

Hiçbir şeyle kıyas götürmüyordu bu acı. Acıyordu sadece. Sessiz sessiz, çığlık çığlık acıyordu. Uzaklaşmak istiyorduk sadece, hırçın duvarlardan uzaklaşmak.

İnternete ulaştığımızda gördüğümüz manzaralar bize bir enkazın altında bedenen kalmadığımızı, ama yüreğimizin enkaz altında sıkışıp kaldığını hatırlatıyordu. Kentler yıkılıp yok olmuş, her insan, her kalan, her giden, her şehir, her sokak, her bina, her duvar, her kapı için ayrı ayrı hikâyeler yazdırmıştı hayat. Oku oku bitmeyecek, hafızalardan silinmeyecek hikâyeler, anılar, acılar. Ne büyük bir felaket olduğunu anlatıyordu enkazlardan gelen sesler. Tesellisi olmayan bu acının büyüklüğünü görmüştü koca bir millet ve bu koca millet tek yürek olmuştu. Bütün yürekler aynı ritimde atıyordu. Bunu hissetmek, acına ses olmaya çalışan birilerinin olduğunu bilmek iyi geliyordu. Ama afetin büyüklüğü karşısında koca yürekler bile yer yer yetersiz kalıyor, daha çok üzülüyor, daha çok eziliyordu bu acı karşısında. Bir şeyler yapılmalıydı şimdi için, yarın için, daha sonrası için. Afetin açtığı yaralar, verdiği dersler, alıp götürdüğü yaşamlar, anılar, kentler, yaşanmışlıklar, hayaller unutulmamalıydı ki, bir daha yaşanmasın. Doğal olaylar, doğal afete dönüşmesin. Çürük, kumdan kale gibi duvarlarda can verenlerin ardından kader güzellemesi yapılmasın. Deprem hangi ilde olacak hangisinde olmayacak diye insan kendi canını düşünmek yerine bütünü düşünüp, herkesi, her canı kıymetli bilip, buna göre kimin neye gücü yetiyor, kimin elinden ne geliyor, kim hangi işi yapıyorsa en iyi, en vicdanlı şekilde yaparak, bütünün iyiliği için hareket edilsin.

Depremin üzerinden hatırı sayılır bir zaman geçti. Hâlâ ne yana baksam, acı, ne yana baksam keder, ne yana baksam belirsizlik, umutsuzluk, kaygı dolu. Hayat, pek çok insanı, yaşamında önemli değişiklikler yapmaya mecbur bıraktı. Kaybedilen canların acısı yürekte, gelecek kaygısı önümüzde. Ben hâlâ uykudan dişlerimi sıkmış bir şekilde uyanıyorum. Nasılsın diyenlere iyiyim diyorum. İyiyimin anlamı ayakta ve sağım anlamına geliyor. Devamı yok. İçi boş bir kelime deprem bölgesinde iyiyim demek. Asla gerçeği ifade etmiyor. Anlatmaya kalksak acımızı, başkasındaki acıyı kanatmaktan korkuyoruz. Anlatıp da rahatlayamıyoruz yani. Yaklaşık elli bin can kaybımız varsa, yürekte elli bin parça acı var. Her birinin ardında bıraktığı onca yaşanmışlık, onca yaşayamamışlık var. Yürek göz göz olmuş acıyor.

Yalnız bırakmayın deprem bölgesindeki insanları. Zamana yayılan, zaman geçtikçe, kendilerine geldikçe, yalnızlaştıkça büyüyen acıları olacak çünkü. Koca yürekli bir milletiz biz. Bu acıları hep birlikte saracak gücümüz, inancımız var. Hayat bir şekilde normale dönecektir. Ya da yeni normal anlayışlarımız gelişecektir. Ama nasıl bilmiyorum. Pandemi süreci yormuştu zaten hepimizi. Deprem pandemiyi unutturacak kadar büyüktü. Yarası da çok büyük. Gülmeye alışık yüzüme, yeni bir ifade oturdu artık. Dişlerim sıkı, dudaklarım aşağı doğru büzüşük. Yeni normalim bu mudur acaba bilemiyorum. Ama inanıyorum. Var gücümüzle, inancımızla, duamızla, sabrımızla, iyi niyetlerimizle hep birlikte saracağız yaraları hep birlikte inşa edeceğiz güzel yarınları.

Yazan : Nahide Zereyak

Devamını Oku »
"Sosyal Medya Kafe'de kullanılan ekran görüntüleri, fotoğraflar ve yazılar Sosyal Medya Kafe'ye aittir. Yazıların ve fotoğrafların yayın hakkı sadece www.sosyalmedyakafe.com'a aittir. İzin alınmadan ve kaynak gösterilmeden bir başka blogda veya web sitesinde yayınlanması, tariflerin veya yazıların ekran görüntüsü alınarak sosyal ağlarda paylaşılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası`na aykırıdır. Aksi taktirde 5846 Sayılı Fikir ve Sanat serleri Yasası gereği suç duyurusunda bulunulacaktır. Yasal yükümlülüğü vardır."
Sosyal Medya Kafe Copyright © 2021 Tüm Hakları Saklıdır...